Son zamanlarda toplum olarak aklımız alabildiğine karışık.
Geçim sıkıntısı ile mi uğraşalım, siyasilerin kavgasına müdahil olup karşı cenah olarak gördüğümüz düşünce yapısı ile mi savaşalım bilemedik.
Evet ülkemizde işler iyi gitmiyor. Lakin halk olarak bu gidişe bir dur demekten kaçınmıyor değiliz. Yanlış anlamayın sandıktan yada seçimlerde ki tercihlerinizden bahsetmiyorum. Bahsettiğim toplum olarak devşirilmeye başladık. 90’ların başlarında özel televizyonlarla hayatımıza giren yabancı hayranlığı 2000 li yılların henüz başlarında zirve yaptı. Onlar gibi yaşamak. Aynı konfora sahip olma isteği bizi biz olmaktan çıkardı.
Her kahvehanede kurtarılan ülkeye gece sanırım biri çomak sokuyor ve ertesi gün yine aynı sorunlara uyanıyoruz. Sosyal medyada paylaşılan beylik sözlerin sadece bu platformlar için üretildiği artık beynimize kazınmaya başladı. Oysa Batının konforunu isterken hiçbir şey yapmamak piyangodan bilet almadan büyük ikramiyeyi kazanmak gibi bir şey.
Ne yapabiliriz? İnanın bunun tam cevabını bilmiyorum ama kalkınmış ülkelerin geçmişlerine bir göz atmak gerekir gibime geliyor.
Örneğin Almanya; iki dünya savaşından mağlup ayrılan bir devlet ikiye bölünmüşken nasıl bir sanayi devrimi yaparak otomobil ve makine sanayinde dünya devi olmuş. Size savaş sonrası Almanya’dan küçük anekdot aktarayım. 1940 ların sonlarına doğru kalkınma hamleleri yapmaya çalışan Alman hükümetine binlerce imzadan oluşan bir mektup ulaştırılır. İşlerine ve okullarına giden Alman halkı kullanmaya çalıştıkları kısıtlı toplu taşıma araçlarında cam olmadığını kışın bu araçlarla yolculuk etmenin oldukça zor olduğunu trenlerine ve otobüslerine cam takılması istediklerini belirten bu mektubu Alman hükümeti bir defa ve oldukça net cevaplar. ‘Kendi cam fabrikamızı kurana kadar otobüs ve trenlerimizde ki şartları değiştiremeyiz’. Halk bu cevabı beğenmese de benimser ve bunun kendi gelecekleri için bir adım olduğunu fark eder. Sanırım bu örnek bile bize bazı şeyleri anlatıyor. Tüketen bir toplum haline geldik. Elbette insani ihtiyaçlarımız var, elbette bizlerde refah seviyesi yüksek insanlar olarak yaşamalıyız ancak kalkınmış tüm Ülkeler bir yada iki kuşağı heba etmişler. Oysa biz 1940ların başlarından itibaren gemisini kurtaran kaptanı oynamışız. Zenginler daha zengin olurken fakirler daha da zor duruma düşmüşler. Çevremizde oynanan oyunları fırsat bilen bazı uyanıklar geleceği düşünmeden kendi ceplerini doldurmak için hareket etmişler.
Kendinden olmayanı yanına yaklaştırmamış pastayı sadece kendisi yemek istemişler.
Diğer tarafta sokakta yapılan konuşmalarda herkes Almanya, İngiltere, İsveç, Norveç gibi ülkelerde ki insani hakları istiyor devletimizin denetimsizliklerinden yakınıyor. Sanıyor musunuz ki saydığım Ülkelerde teftiş memurları var. Yok, oralarda denetleyici bizzat halkın kendisi. Ahlaka veya kanuna aykırı gördükleri her durumu bildiren bir halk aslında kendi geleceğini korumakta. Gelin görün ki bizde şikayet ‘İspiyonculuk’ olarak algılandığı için bu mekanizma çalışmamakta. Şimdi “etsek ne olacak” diyenler vardır elbet. İşte bu düşünce bu mekanizmanın çalışmasını engelleyen yegane olgudur.
Dolayısı ile isteklerimiz çok yaptığımız bir şey yok.
Dediğim gibi aklımız çok karışık.