İsrail, 1 yılını tamamlayan Filistin’deki katliamlarına ara vermeden, bu kez de Hizbullah’ı bahane ederek Lübnan’ı bombalamaya başladı. 2 binden fazla insan yaklaşık 2 hafta içinde öldürülürken; bütün dünyanın gözleri önünde katledilen Gazze halkı, birbirinden çok farklı toplumları bir araya getiriyor. Hükümetlerinin soykırımı fonladığını ve İsrail’i silahlandırdığını öğrenen milletler ayaklanmaya, boykota, sokaklarda yürüyüşler düzenleyip insanlık dramına dikkat çekmeye devam ediyor. Türkiye’deki muhaliflerin büyük bölümü hariç herkesin tiksinerek baktığı İsrail hükümeti ve halkı, 21. yüzyılda korkunç bir küstahlıkla gerçekleştirdikleri soykırımı sahiplenirken, dünyanın büyük kısmı bu şımarık, kendini bilmez, cani, kana susamış psikopatik topluluktan her geçen gün daha çok nefret etmeye başladı. Gazze’deki bombalamaları izlemesi için teknelerle vatandaşlarına “tur” bile düzenleyen bu katil sözde devlet, hala “Hamas” ya da “Hizbullah” lafı edip kendini aklıyor, ancak bunun için özel bir çaba bile harcamıyor. Evet, o çaba sona erdi. Filistin’deki kan gölünü açıklamak için başlarda küçük çaplı bir kendini ispat çabasına giren İsrail, artık eylemlerine bir açıklama bulma ihtiyacı bile hissetmiyor, çünkü Amerika’yı tamamen kendisine kukla etmiş durumda. Her halükarda destek göreceğini biliyor. Nitekim geçen ay Netenyahu’nun ayakta alkışlandığı Amerikan kongresi de bu biat kültürünün göstergesiydi. Aynı şey İran için de geçerli. Yalandan, kendini dünya kamuoyunda temize çekmek ve itibarını kurtarmak için İsrail’e iki tane kuru füze atan İran’ın tek motivasyonunun, İsrail’in ileri dönemde yapacağı diğer katliamlara bahane bulma fırsatı sağlamasından başka bir şey olmadığı açıktır. Atılan füzelerden birinin de Gazze’ye isabet etmesi ve yine oradaki mazlumların ölümüne sebep olması da tevafuk olamayacak kadar hazindir. Zaten İran’ın Sünni Müslümanlardan başkasını hedef alacağını düşünmek ne yazık ki en hafif tabirle saflıktır. Bu mesele 1 yıl önce başlamadığı gibi, İsrail de yarın durdurulacak durumda değil. Ne diyelim, duamız Filistin’deki masumların refahı, huzuru, kurtuluşu için; duamız, bu zalimlerin taşların arkasına saklanacakları günlere şahit olabilmek için…
*
Yukarıda, Türkiye’deki muhaliflerin çoğunluğu hariç İsrail’e karşı oluşan dünya kamuoyundan bahsetmemin sebebi, ne yazık ki, onlarca farklı toplumdan insanın yaşananlara tepkisine bakıp da kendi memleketimizdekilere bakınca duyduğum hicaptır. Başka hiçbir milletin, hele de bizimki gibi yaşanmışlıkları olan bir milletin ferdinin, çok üzücü fakat sözde solcularımız kadar kayıtsız, hatta kayıtsızlığı geçerek “çöl faresi” gibi hakaretlerde bulunarak insanlık dışı tepki verdiğini görmedim. Kendi ülkemizde yaşanan olumsuzlukların, meydana gelen hiçbir felaketin karşılığı, kan emici, sosyopatik bir rejim tarafından üzerine aylardır bomba yağdırılan savunmasız insanlara küfretmek, onları aşağılamak ya da başlarına gelenleri kutlamak değildir, olamaz. Evet maalesef bizim toplumumuz tamamen dejenere olmak üzeredir. Daha 2 gün önce ruh hastası bir caninin birinin kafasını keserek katlettiği 2 genç kızın ve haftalardır 8 yaşındaki kız çocuğu Narin’in kan donduran cinayet haberleri, Tekirdağ’da istismar edilen ve darp edilen 2 yaşındaki bir bebeğin entübe durumda tedavi gördüğü haberi ve her gün daha nicelerini okuduğumuz, tüylerimizi diken diken eden birbirinden rezil, toplumsal yozlaşmamızı yüzümüze tokat gibi çarpan son dakika gelişmeleri bu dejenerasyonun somut kanıtıdır. İnsanlar hapsoldukları sosyal mecralarda, “karanlık duvarlarda” bambaşka dünyalara dalarak kimliklerini, benliklerini, nereye ait olduklarını her geçen biraz daha unutmakta, aile kavramı günbegün anlamını yitirmekte, atalarımızın, ecdadımızın, kültür adına bildiğimiz ne varsa bunların hepsinin mirası gitgide kaybolmaktadır. Toplumsal hayatta başat rol oynayan hiçbir kurum ve sistem düzgün çalışmadığı için çürümüşlük kaçınılmazdır. Bunun önüne geçmek görevi de devlete aittir. Nasılını, yolunu, yordamını, yöntemini, ülkenin aydınlık, temiz geleceğine kendini adamış insanlarla bulmak, konuşmak, oturup karar vererek harekete geçmek zamanıdır. Yoksa bu gidişin sağlıklı bir sonu olmayacağı açık. Şairin dediği gibi, “Bir kısır döngüye girmek için bütün çabalar / Biz, bunun için mi geldik?”