Tam bir yıl oldu. Hamas iki yıla yakın süre üzerine çalışıp, tatbikat yaptığı adını da “Aksa Tufanı” verdiği işgal duvarlarını yarma operasyonunu yapalı. Hedefi öncelikle İsrail’li sözde generallerin de içinde bulunduğu siyonist terör ürgütü mensuplarının ve örgüt görevlilerini oluşturan silahlı militanların evlerinden inlerinden alınabildiği kadarını rehin alıp direnişin etki alanını genişletmek olarak açıklanabilir.
Belirlenen hedef üzerine başlayan direniş saldırısı, tuhaf bir şekilde hiçbir karşılık görmeden düşünüldüğünden çabuk ve kolay süren ilerleme Hamas’ı stratejik ve taktik sapmalarına sebep olan daha da tuhaf bir grupla burun buruna getirdi. Yaklaşık dörtbin gencin katıldığı müzik festivali. İki gün sürmesi gerekirken yine tuhaf bir şekilde gençlerin talebiyle bir gün daha uzatıldğı iddia edilen festival alanı, Hamas’ın yıktığı işgal duvarlarından geçen operasyona dahil olmayan silahlı grupların saldırılarıyla daha sonra İsrail’in ekmeğine yağ süreceği, üzerie benzinle gideceği, Hannibal doktrini ile ateşi körüklediği yangın sahasına döndü.
Sonrası malum. İsrail 7 Ekimi ABD’nin 11 Eylül’ü olarak ilan ve sözde milad olarak basitleştirerek kara propagandasının ilk unsuru yaptı. Oysa festival alanında, yollarda araçlarının içinde vurularak yakılarak öldürülenlerin çoğunluğu İsrail helikopterlerinden atılan füzelerle vurulmuştu. Hamas direnişçilerinin içinde bulunduğu evler rehin ve rehinelerle birlikte topçu teröristlerin atışlarıyla yerle bir edilmişti. 270’i müzik festivalindeki gençler,300’ü İsrail terör örgütü mensupları ve içlerinde Hamas direnişçi şehitlerinin de olduğu toplam 1250 kişi hayatını kaybetti.
Bundan sonraki bir yıl içindeyse tarihleri Asur’dan, Babil’e oradan Katolik Avrupa’nın katliamlarına maruz kalarak yazılan Yahudilerin, Evanjelist Hristiyanlardan olma siyonist çocukları onbini kayıp, yüzbine yakını yaralı, kırk binden fazlası katledilmiş, iki milyonu yerlerinden edilmiş Filistinlileri tamamen yok etmek üzerine “soykırım” yapıyor, yapmakta ve yapmaya devam edecekler.
Kurulması uğruna ilki topraklarının belirlenmesi ikincisi gideceklerin tayini için iki dünya savaşının yapıldığı İsrail tüm bunları yaparken çoğunluğunu müslüman nüfusun oluşturduğu ülkelerin liderleri de varlıklarını borçlu olduklarını düşündükleri hatta onlar istemeden armağan ettikleri Amerikan çıkarlarına hizmet edecek ne var ne yoksa yapmaya devam ediyorlar.
Irkçılık, kabilecilik, mezhepçilik fanatizmiyle kendi siyasi geleceklerini, taht ve saltanatlarını güvence altında tutmaya çalışıyorlar. İsrail’e ticareti kesmek yerine Filistin konişmentolarıyla harlayarak devem edenler, halkının talebi olmasa Filistin’i umursamadığını açık açık söyleyenler, direniş örgütlerini şahin, güvercin, laik, seküler, marksist , sünni, şii diye ayıranlar sabahtan akşama kadar “vahdet” naraları ile Filistin tacirliği yapanlar hep aynı tavanın balıkları.
Nüfusunun beşte dörtbuçuğu Hristiyan yüzde ikisi Müslüman olan yarım yüzyıl boyunca apartheid politikaların acısını iliklerine kadar yaşamış Güney Afrika ise Lahey’de Uluslararası Adalet Divanı’nda İsrail’e soykırım yapmak suçlamasıyla dava açıyor. Teknik olarak UAD’nin zorunlu yargı yetkisini kabul etmemsine rağmen 1950 Soykırım Sözleşmesi’ni şerh koymadan imzaladığı için yapabiliyor bunu. Laf aramızda Güney Afrika ile aynı şartlara sahip olan ülkemiz ise davaya iki ay önceağustos ayında müdahil olabilmek için başvurdu.
Filistin davasını özellikle iç politik araç olarak sömürmede en önde, gazda, gargarada, nutuk atmada, ticaret yapmakta, yapılana aracılık etmekte lider, dünyaya güvercin sadece milletine şahin iktidarın muktedir olduğu Türkiye müdahil, neredeyse nüfusunda müslüman olmayan Güney Afrika davacı. Mesele insaniymiş demek ki.