08 Ekim 2024 Salı   

Mustafa HATİPLER / Prof. Dr. / Rumeli Mektupları

BÜYÜK MÜBADELE’NİN 100. YIL ANISINA

 

MÜBADELE DESTANI
 -I-
-yollara düştüler-

  Bir gece, apansız
Evlerini, bahçelerini arkalarında bırakarak
Ümit yaprağına sararak sevdalarını
                                         düştüler yollara…
Hasret fırınında pişmiş bir parça ekmek,
Sevda pınarından bir parça su  vardı azık torbalarında
  Bir gece, apansız
Soylu bir sükutu kuşanarak,
Çeşmelerini, kuzularını, o yılın hasadından arta kalan ürünlerini
Babalarının, analarının kabirlerini bırakarak arkalarında
                                        düştüler yollara….
En güzel esvapları, urbaları, kadife gelinlikleri,
Yeşil ölümlükleri vardı azık torbalarında….
  Bir gece, apansız
Bütün yıldızları  avuçlarına sığdırarak göklerinin
Ayı ve güneşi  berrak sularda yıkayarak
    düştüler yollara…
Henüz açmamış bir gül içinde gözyaşları,
Yazılmamış bir defterde türküleri vardı azık torbalarında….
  Bir gece, apansız
Nasıl ve nerde biteceğini bilmedikleri,
Kiminle ve kimsiz biteceğini bilmedikleri,
Nedenlerini ve niçinlerini bilmedikleri bir yolculuk için
    düştüler yollara…
Biraz ümit vardı, çokça sabır vardı,
çokça eziyete tahammül vardı azık torbalarında….

 
-II-
-geldiler ve yaşadılar-
  Geldiler,
Günlerce süren  zor bir yolculuktu yaşadıkları
Geldiler,
Benizleri solgundu,
Düşleri yorgundu,
Umutları vurgundu,
Gönülleri bir nebze dargındı zamana…Geldiler,
Denizin tuzunda bıraktılar sevda türkülerini.
Geldiler,
Denizin tuzundaydı,
Yürekleri durmuş bedenleri sevdiklerinin…
“Amman bre moreto” dediler,
Elmas bir bakış çiziyordu yüreklerini
Yürekleri yangın yeriydi;
“Amman bre mora” dediler….
O yüzden bir daha hiç  deniz görmek istemediler….
 Geldiler,
Rüzgârda üşüyen gül gibi,
Dağı dağa bağlayan yol gibi,
Erken baharlarda savrulan  kül gibi,
Gövdeden kopan dal gibi,
Suyu çekilmiş göl gibi,
Su almış bir kayık, ipleri çözülmüş sal gibi,
Güneşi kaybolmuş çöl gibiydiler….
 Irmaklarının adlarını unuttular ilkin,
Sonra derelerinin, pınarlarının adlarını
Sonra dağlarının, köylerinin adlarını unuttular…
Gustulüp’ü, Bizova’yı, Kusturni’yi, Prodron’u,
Parpişten’i, Gabrişten’i, Sırayişten’i unuttular …
Sonra Vodina’yı unuttular…
Bir Selânik kaldı unutmadıkları,
                        unutamadıkları….
Beyaz kalesiyle  Selânik…
Bir deniz,
bir liman,
ve bir gemi…
Karantina, tasfiye emirleri…
Bir de yollarda perişan halleri…
 
Ayşeleri “aşşe”ydi onların
Hafizeleri hafız….
Ümmühanları imyandı…
Hasanları asan, Hüseyinleri üsin’di…
Alibey’leri alibegaydı…
Yanmış ormanlardan fırlayan geyikler kadar ürkektiler
Gözleri bağlı dövüşecek kadar güçlü ve  yiğittiler
Ateşe, güneşe,
Varlığa ve yokluğa meydan okuyacak kadar gözüpektiler…
Bıkmadan usanmadan yıllarca;
Karaağaç’ın sulak toprağına,
Kirişhane’nin kumsalına,
Kıyık’ın bağlığına, Dörtkaya’sına,
Yıldırımın  Topyolu’na, Filderesi’ne, Dafina’sına
Yıllarca bıkmadan, usanmadan
Sabır ektiler, çile ektiler…
Çocuklarının gönüllerine; edep ektiler,
Saygı ektiler, sevgi ektiler, dostluk ektiler…
Onlar aslında ne sadece muhacir, ne mübadil,
Ne sadece Karacaovalı, ne Doyranlı, ne sadece Kayalarlı’ydılar;
Onlar topyekün yanmış bir gönül,
Sevgi harmanında dövülmüş bir yürektiler…
 
Sevgilerini, sevdikleri insana bir kere yüksek sesle söyleyemeden
Yıkık ve eski evlerin loş odalarında
Terkedilmiş bağlarda, yıkılmış bahçelerde,
Kuş uçmaz kervan geçmez yerlerde yaşadılar…
Meriç’in soğuk sularına ,
Tunca’nın  davetsiz taşkınlarına yakalanarak yaşadılar…
Aslında yaşamadılar;
Geldiğinin ertesi sabahında
Karaağaç istasyonunda
Gemide felç inmiş annesini kaybeden
Bir insan nasıl yaşarsa o kadar,
Gemide ölen kızını denize bırakmış
Bir insan nasıl yaşarsa o kadar,
Kardeşlerini, annesini, babasını
Bir daha hiç göremeyen ve bir haber dahi alamayan
Bir insan nasıl yaşarsa o kadar,
yaşadılar….
Bir gece apansız geri dönecek gibi yaşadılar….
Nilüfer çiçeği gibi yaşadılar,
Hayatın üzerinde ama köksüz
Babalarının, annelerinin, dedelerinin çok uzaktaydı kabirleri
Bedevi bir karanlık düştü şarkılarının üstüne….
 
 Dağlarını özlediler Kaymakçalan’ın
Camilerini özlediler
“Yavayra” larını özlediler yani  ulu büyük çınarlarını….
Şelâlelerini özlediler Vodina’nın
Komşu köy düğünlerine giderken
Ayaklarını ıslatan derelerini özlediler
Ayrılırken arkalarından feryâd eden çeşmelerini özlediler
Yan yana yaşadıkları Rumları, Ulahları özlediler….
Koyunlarını, tarlalarını, bağlarını, evlerini özlediler….
Şarkılarını türkülerini, pesnalarını özlediler….
Kırılan bir sırça gibi parçalandı  düşleri
Hatıraların solgun sayfalarına sığındı en sonunda özlemleri….
 
Bu yüzden;
“Selanik içinde selam okunur
Selamın sedası cana dokunur
Gelin olanlara kına yakılır” derken ağladılar.
Bu yüzen;
“Vurun davullar çaydan aşağı” derken ağladılar…
Bu yüzden;
“Dayler dayler viran dayler
Yüzüm güler kalbim ağlar” derken ağladılar…
Bu yüzden;
Birbirlerine  “civan alişimi gördün mü” diye  sordular….
Bu yüzden;
“Söyle bana göçmen kızı annen var mıdır” derken ağladılar….
Bu yüzden;
“ Arda boylarını ben kendim gezdim” derken ağladılar…
Bu yüzden;
Hep “çıkayım gideyim şu urumeline,
Arzuhal vereyim Mehmet beylerbeyine
Kimleri sarayım  yar senin yerine” derken,
Çıkayım gideyim bir uçtan uca,
Göstereyim sana Mehmet ayrılık nice,
Kurbanlar keseyim döndüğün gece” derken hep gizli gizli ağladılar….
Bu yüzden;
“Bülbülüm altın kafeste
öter aheste aheste” derken ağladılar..
Bu yüzden;
Ata yadigârı olarak,
Hüznü sakladılar çeyizlerinde;
Çerçevesiz bir resim gibi….
 
 -III-
- ve gittiler-

 Türkülerini suya değdirdiler
Yıldızları yeniden  koydular gökyüzüne birer birer
Ayları hep dolunaydı…
Vardar ovasıydı gönülleri
Tutkuları Tuna’ydı….
Sevgileri ok, hasretleri yaydı…
Yürekleri hep saf, hep temiz, hep arıydı….
Hiç açmadan;
Gül, karanfil ve hatmi çiçeği buhurlarıyla kapattıkları sandıklarını,
Kadife elbiselerini bir kere olsun giymeden,
Arkalarında,
Göz nuruyla  yaptıkları
Oyalarını, nakışlarını, kanaviçelerini,
Hasretlerini, düşlerini,
Seferat bir şarkıya benzeyen özlemlerini
“Bir gün geriye dönme” hayallerini bırakarak
gittiler….
 
 Soylu bir sükutla gelmişlerdi,
On dört numara  gaz lambasının isine karıştırarak hüzünlerini
Sevgilerini harman yerlerinde unutarak mor ikindilerde
Yine soylu bir sükutla
Arkalarında;
Nergis kokusunu,
Gülü, gece sefasını, aslanağzını,
Karanfili, fesleğen kokusunu,
Hatmi çiçeğini,
İğde  kokusunu
Ve sardunya kokusunu bırakarak
gittiler….

Yaşadıkları yerlerde,
Durur hala kokuları….

Tarih: 18 Kasım 2023 Cumartesi    Hit: 1265




Henüz yourm yapılmadı, ilk yorum yapan sen ol