25 Nisan 2024 Perşembe   

Mustafa HATİPLER / Prof. Dr. / Rumeli Mektupları

RUMELİ’DE MEDENİYET KURUCULARI

 

BİZİM Rumeli sevdamız, karşılıksız bir sevgi olarak kalmamış; o topraklarda, etkisi hala devam eden bir medeniyet meydana getirmişiz. Bu medeniyet gül medeniyetidir. Bu medeniyet aşk medeniyetidir. Bu medeniyet muhabbet medeniyetidir. 
Böylesine anlamlı bir medeniyet, nasıl olmuş da rekor sayılacak kadar kısa bir zaman içinde Rumeli topraklarında var olabilmiştir? Ortada bir fetih olduğu, bir fütüvvet olduğu çok açıktır. Ancak bu fethin öncü kuvvetleri, bu fethin kurumsallaşmayı sağlayan manevi kuvvetleri asla göz ardı edilemez. Bu öncü kuvvetlerin varlığı olmadan, bu kurucu unsurların gayret ve çalışmaları olmadan ne böyle bir medeniyeti kurmak ne de o topraklarda var olmak mümkün değildir. O öncü kuvvetlerin Barkan’ın dilindeki adı; “Kolonizatör Türk Dervişleri”dir. Sosyolojideki adı ise, tasavvufi hareketlerdir. 
Osmanlı Devleti öncesinde, Selçuklular döneminde aktif olan bu gayret ve çalışmalar, Tekye (Tekke), "Zaviye", "Hanhâh" (Hanekah), "Dergâh" ve "Asitane"ler olarak örgütlenmişlerdir. Selçukluların son dönemlerinde Moğol istilasının da etkisiyle daha da yoğunlaşmış ve Anadolu adeta Horasan Erleri’ne yeni bir yurt, yeni bir vatan olmuştur. O Horasan Erleri de, peygamberlerin aziz olan toprağı sevgiyle dölledikleri gibi, Anadolu’yu ve Rumeli’yi, baştan ayağa sevgiyle ve şefkatle boyamışlardır.  
Rumeli’yi bizim için bir sevda haline dönüşmesinde, bu öncü ve kurucu unsurların başında, hiç şüphesiz Anadolu’ya Türkistan'dan gelen Hoca Ahmet Yesevî dervişlerinin payı büyük olmuştur. Bu dervişlerin en belirgin özelliklerinin; kimseye el açmamak, elinin emeği ile geçinmek, toprağa, vatana, devlete ve dine bağlı olmak, prensipli ve disiplinli örnek bir insan olmak olduğunun da altını çizmek gerekir. Bu dervişler sadece tasavvufi hareketler sınırlı kalmamışlar, onunla beraber, bazen yerleşim yerlerinin düzen ve güzelliğinin sağlanmasıyla, bazen fetih çalışmalarıyla, bazen ziraat ve hayvancılıkla iştigal etmişlerdir. Barkan’ın Rumeli’nin fetih olayının ve dahi Rumeli’de birlikte yaşamanın arkasında öncü kuvvet olarak bu dervişleri görmesi sebepsiz değildir. 
Bu dervişler, Anadolu ve Rumeli toprağında, kah “Abdal” olmuşlar, kah “Perende” olmuşlar, kah “taç, kılıç, tuğ ve alem”leriyle “Alperen” olmuşlar, kah “Doğan”, “Şahin” olmuşlar, kah “taç, hırka, sofra ve seccade”den bazen de bir “keşkül”den oluşan emanetleriyle sadece Rızayı Bari için bir “Muallim” (Öğreten) olmuşlardır. Bu dervişler, kurumsal yapılarını oluştururken; Bektaşilik, Bayramilik, Halvetilik, Mevlevilik, Ahilik, Kadirilik, Nakşibendîlik, Rıfâîlik ve Melamilik adı altında örgütlenmişlerdir. 
Bu yapı içinde, Hoca Ahmet Yesevi’den, Hacı Bektaş Veli’den, Hacı Bayram Veli’den, Ömer Halveti’den ve Seyyid Yahya Şirvanî’den, Mevlana Celaleddin Rumi’den, Ahi Evren ve Şeyh Nasîruddîn’den Abdülkadir Geylânî’den, Mehmed Bahaeddin Nakşibend’den, Ahmed Rıfâî’den, Muhammed Nurul-Arabi ve Hamdun Kasar Nişaburi’den, (Kuddise sirruhu' ecmain) aldıkları bilgi, ahlak, edep, adab ve terbiyeyi, Anadolu’dan alarak Edirne’ye, Edirne’den başlayarak bütün Rumeli’nin şehirlerine, köylerine, caddelerine, sokaklarına velhasıl-ı kelam bizatihi hayatın içine taşımışlardır. Bugün hala, Struga’da okunan bir ilahinin sözlerinin ve musikisinin Kerkük’te okunan bir ilahi ile tıpatıp aynı olması bundandır. 

Tarih: 18 Mayıs 2017 Perşembe    Hit: 1266




Henüz yourm yapılmadı, ilk yorum yapan sen ol