29 Mart 2024 Cuma   

Mustafa HATİPLER / Prof. Dr. / Rumeli Mektupları

İNSAN, İNSAN-I KAMİL VE ÜSTÜN İNSAN ÜZERİNE BİR TUTAM KELAM (II)

 

YANMADAN aydınlatılamayacağını bilmenin adının insan-ı kamil olmak olduğunu bir önceki yazımızda yazmıştık. Oradan devam edelim bu çetin yolculuğa. İnsan-ı kamil  olmak, Cenab-ı Hakk’ı hiçbir hesap kitap içinde olmadan sevmektir. Bu noktada, gerçek manada insan-ı kamil olarak, onun şahsında bütün peygamberlerin özelliklerinin topladığı düşüncesiyle, Hz. Muhammed Mustafa (A.S.)’dır. 
Yunus, insan-ı kamil olmanın en temelinde Cenab-ı Hakk’ı karşılıksız sevmek olduğunu bilir.  Her şeyin özünde mevcut mutlak varlık olarak sadece ve sadece Allah’ı gören ve böyle olunca da var olan her şeye ve insana sadece ve sadece Allah için değer veren Yunus’un, insan-ı kamil olarak, yaratılış gayesi olan ilâhî ahlâka ulaşmış olarak, üstün özelliklerle donatılmış olarak, aşk ile Allah’a ulaşmış olarak tarif ettiği kişi yine Hz. Muhammed (A.S.)’dir. Onun ardından gelen cümle evliya-ı kiram (rahmetullahi aleyh), insan-ı kamil olarak Hz. Muhammed  (A.S)’in temsilcisidir.
Yunus’un Taptuk Emre’nin şahsında görüp de kapılandığı husus budur. Yunus, Taptuk Emre’nin şahsında Muhammedî ahlâkın rengine boyanıp benlikten geçmek ve “fenâ fillâh”a ulaşmak arzusundadır. Yunus’un başka bir çok dizesinde olduğu gibi: “Taptuk'un tapusunda, /Kul olduk kapısında./Yunus miskin çiğ idik,/Piştik elhamdülillah.” dizelerinin, “Aşkın aldı benden beni/Bana seni gerek seni/Ben ağlarım dünü günü/Bana seni gerek seni”  dizelerinin, “Ben yunusu biçareyim/Elden ayağa yareyim/Dost elinden avareyim/Gel gör beni aşk neyledi” dizelerinin ve: “Ben dost yüzün görmezsem bu gözlerim nemdir benim”  sözünün arkasındaki anlam budur. 
Sevmenin bedeli olarak yanmayı göze almanın tebellür etmiş bir başka hali Hallac-ı Mansur’dur. Mansur, aşkın bir kor, bir ateş, bir nefes halinden başka bir şey değildir.  Onda sevmek;  karşılığında canı feda edecek kadar hassas bir konudur.  O yüzden: “Nihayet Aşk’ın da seven tarafından kılınan bir namazı vardır. O namazın abdesti; sevenin kanıyla alınır ancak..” diye seslenir Mansur.   
İmam Şibli, Hallac-ı Mansur'un öğrencisidir. Rivayet edilir ki Şibli, Hallac-ı Mansur'u idam edilmeden bir önceki gün kör karanlık bir zindanda ziyaret eder ve sorar: “Ey, Pirim! Ey Hallac-ı Mansur, aşk nedir?” Hallac-ı Mansur öğrencisi olan Şıbli'ye uzun uzun bakar. Sonra da: “Yarın göreceksin.” der. Yarın olur. Hallac-ı Mansur idam edileceği meydana getirilir. Kalabalık orada hazır durumdadır. İmam Şibli de onların arasındadır.  Meşhur taş atma yerine gül atma sahnesi bu esnada gerçekleşir. Mansur kalabalık içindeki öğrencisi İmam Şibli'yi görür ona gülümseyerek yürür. Ardından Hallac-ı Mansur önce idam edilir, başı gövdesinden koparılır. Sonra derisi yüzülür. Derisi yüzülen bedeni yakılır. Yakılan bedeninin küllerini, kızı Ayşe, Dicle nehrine savurur. Tüm bu olup bitenleri gören İmam Şibli, sorduğu sorunun cevabını alır ve anlar ki: "Aşk; adanmışlıktır..." Ve anlar ki bir şeyi ancak onun için kendini adayan bilir. Mansur, "Hakikat"e yani "Aşk"a "Hakk" ile bir bütün olduktan sonra ulaşabilmiştir. Sevdiğine ulaşmak, ona kavuşmak, onda erimek, onda yok olmak, ona kendini adamak, iki ayrı varlıkken tek bir varlık olmak istemiştir. Mansur’un: “Dilim dilim bende yürek/Aşk nicedir gel benden sor./Savrulurum kürek kürek/Aşk nicedir gel benden sor “ diye haykırması bundandır.  
Bu konuya devam edeceğiz.

Tarih: 22 Kasım 2016 Salı    Hit: 1605




Henüz yourm yapılmadı, ilk yorum yapan sen ol